Alman’lar, Romanya'nın Yaş şehrinde 4.000 Yahudi'yi katletmişlerdi. Ülkedeki diğer Yahudiler panik içerisinde gidecek, kaçacak bir yer arıyorlardı. Çaresizdiler... Avrupa Alman işgali altındaydı. Türkiye, Alman'larla iyi geçinme politikası yüzünden mültecilere izin vermiyordu. Kaçacak tek bir yer vardı. İngiliz mandası altındaki Filistin.
İyi de, nasıl?
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bir gemi bulundu. Panama bandıralı Bulgar gemisi Struma. 1867 yılında Newcastle tersanelerinde inşa edilmiş, 46 metre boyunda , 100 yolcu kapasiteli ahşap bir gemi. Gemi, takma lakabı “şişman” olan Pandellis isimli bir Yunanlının Campania Mediterranea de Vapores Limiteda acentasına bağlıydı. Geminin işletmecisi ise Dr.Baruh Konfino idi. Basına ilan verildi. Ancak Şişman, Quen Mary transatlantiğinin resimleri kullandı. Ücret, kişi başına 1.000 dolardı. Kimileri her şeylerini satarak bu yolculuğa katılabildiler. Kimileri yalnız çocuklarını bu gemiye bindirebildiler ve onları birilerine emanet edip uğurladılar. Gemideki herkesin arkada bıraktığı bir trajedi vardı. Gelecek ise belirsizdi. Ama kimse sonlarının bu kadar inanılmaz derecede kötü olabileceğini düşünemezdi.
Yahudiler, Köstence'de gemiye çıkınca aldatıldıklarını anladılar. Şişman, onları sakinleştirmek için esas geminin karasularının dışında beklemekte olduğunu söylüyordu. İnanmaktan başka çare var mıydı?
Yolculuk son derece zor koşullarla başladı. Gemide bir tuvalet dört lavabo vardı. İnsanlar yüzlerini denizden kovalarla çekilen su ile yıkıyorlardı. Gıda durumu korkunçtu. Yolculara, adam başına bir portakal, biraz fıstık ve şeker dağıtılmıştı. Üç günde bir çay veriliyordu. Çayı yapmak için portokal sandıklarını kırıp yakıyorlardı.
Ama esas felaket gemi Köstence'den yola çıkınca baş gösterdi. Motor sorun çıkarmaya başladı. Yakındaki bir Romen gemisi yardıma geldi. Teknisyenler motoru tamir ettiler. Fakat tamir parası olarak yolcularda bulabildikleri para ve mücevherleri aldılar.
İstanbul'a yaklaşırlarken dizel motor çatladı ve ebediyen sustu. S.O.S çağrısı alan bir Türk gemisi, Struma'yı İstanbul boğazının önüne kadar çekti. 15 aralık 1941 günü Struma , içindeki 769 yolcu ile Sarayburnu açıklarına demir attı. Telsiz ve aydınlatma motoru da çalışmıyordu. Ayrıca gemide yakıt ve yağ da kalmamıştı.
Ölüm gemisi sessiz bekleyişine başlamıştı.
Geminin kaptanı yolcuları indirip Bulgaristan'a geri dönmek istiyordu. İngiltere, Yahudi göçü dolayısı ile Arapların protestoları yüzünden, geminin geldiği yere geri gönderilmesi yönünde Türk hükümetine baskı yapıyordu. Türk makamları ise, gemidekilerin esas niyetinin İstanbul'a çıkmak olduğunu söyleyerek her türlü giriş çıkışı yasaklamıştı. Üstüne üstlük, Alman konsolosluğu, el altından gemide bulaşıcı hastalık olduğu yönünde dedikodular yaymaktaydı. Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, olaya daha insancıl yaklaşmaya başlamıştı ki, o günlerde aniden karısı vefat etti. Yerine gelen vekili, işi yokuşa sürmeye başladı. Sahile yüzerek çıkan bir genç yakalanıp geri getirilmişti. (Bu gencin, karada kaldığı kısa süre içerisinde gömleğini satarak ailesine bir kart atmaya muvaffak olduğu rivayeti vardır.)
Yahudiler ortada kalmıştı. Onları kimse istemiyordu. Gidebilecekleri hiç bir yer yoktu. Bu şekilde yaşamaları da imkansızdı. Ancak ölmelerine izin vardı.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gemidekiler korkunç durumda idiler. Bu sırada Yahudi Cemaati liderleri Rıfat Karako ve özellikle Simon Brod, resmi makamlarla olan iyi ilişkilerini kullanarak gemiye Kızılay aracılığı ile üç günde bir sıcak yemek dağıtılmasını sağladılar. Masraflar, Amerikan Yahudi Komitesinin gönderdiği 10.000 dolardan karşılanıyordu.
Yazışmalarla geçen 62 korkunç günden sonra İngiliz makamları, yaşları 11 ile 16 arasında olan 28 çocuğa seyahat belgesi verebileceklerini açıkladılar. Ama Türk hükümeti buna da izin vermedi. Gemidekiler, çarşaflara "Emmigrants Juifs - Yahudi mülteciler" yazdılar bunu geminin bordasına astılar. Tepeye de "sauvez nous - bizleri kurtarın" şeklinde bir bayrak çektiler.
Türk makamları buna çok kızdılar. 200 Türk polisi gemiye çıktı. O zavallı insanlara tekme, tokat ve coplarla giriştiler. Onları döve döve güverte altına soktular. Peşinden geminin çıpasını kestiler ve Alemdar isimli kılavuz gemisi yedeğinde Karadeniz'e gönderdiler. Gemi uzaklaşırken beyaz çarşaf üzerinde şu satırlar okunuyordu. "Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti... Bizi kurtarın...”
Ölüm gemisi Karadeniz'de başı boş sürüklenmeye başlamıştı.
Allah'ım, bu kadar yıl sonra bile yazmaya dahi dayanamıyorum...Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti (!)
Sonra olanları biliyorsunuzdur. Bir Rus denizaltısı gemiyi açık denizde torpilledi. Struma 24 Şubat 1942 günü gece saatlerinde Karadeniz’in karanlık sularına gömüştü. Gemideki herkes öldü. Bir kişi hariç. Davit Stoiler. Yardıma gelen 12 kürekli Türk yardım sandalı, 3 ceset ile yalnızca bu delikanlıyı bulabildi. 19 yaşındaki Davit, ümidi kesilince, cebindeki çakı ile bileklerini keserek ölmeye karar verir. Fakat donma noktasındaki elleri ile çakıyı açamaz. Tam o sırada yardıma gelenler onu kurtarırlar. Yolculardan ve gemi personelinden geriye yalnızca o kalmıştı.
Esasında kurtulan yalnız Davit Stolier değildi. Gemide Standart Oil Company of New York (Kısaca Socony - şimdiki adıyla Mobil) petrol şirketinin Romanya Genel Müdürü Martin Segal karısı Elvira ve çocukları Alexander da vardı. (Bazı kaynaklar Segal ailesinin iki çocuğu olduğunu ve her ikisinin de gemide olduklarını yazıyor) Şirketin Türkiye Temsilcisi ise Vehbi Koç. Vehbi Koç o yıllarda Amerika'nın kara listesinde. Çünkü Almanya'ya, Türkiye'den, silah sanayiinde kullanılan krom madeni ihraç etmekte. Kara listeden çıkış bileti ise Segal ailesi. Vehbi Koç zamanın içişleri bakanı Faik Öztrak'a yaptığı özel rica sayesinde, gemi Karadeniz'e kovalanmadan, Segal ailesini bir motorla gemiden çıkartmaya muvaffak olur. Böylece Koç, kara listeden çıkar ve bu palazlanmasında önemli bir rol oynar.
Ayrıca Medea Salamovic isimli 4 aylık hamile bir kadın da kanama geçirdiği için gemiden çıkartılarak Balat'taki Or Ahayim hastanesine yatırılmış bu sayede felaketten mucize kabilinde kurtulmuştu. Onu kurtaran, doğmamış 4 aylık bebeği olmuştu.Geri kalan herkes Karadeniz'in karanlık sularına gömülmüştü. Gemi personeli dahil.
Sonra neler oldu bir bakalım..... Ve hatırlayalım.....Ve genç nesillere aktaralım, unutmasınlar, unutturmasınlar...
O yıllarda suçu herkes gemiyi torpilleyen Rus denizaltısına attı. Öyle ya o batırmıştı. Oysa açlık ve dizanteri ile zaten işkence çeken, soğuktan titreyen o insanlar için patlayan bir gemide bir anda ölmek ötenazi gibi bir şeydi, kurtuluştu. Rus denizaltısı için Struma, açık denizde telsize cevap ver(e)meyen kimliği belirsiz yabancı bir gemiydi. İngiltere, Almanya, Romanya, ve Türkiye aklanmak için kabahati Ruslara atacaklardı. Türkiye'de o yıllarda iktidarda bulunan Refik Saydam Hükümeti, daha sonra "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu yüzden İstanbul'da alıkoyamadık." şeklinde açıklama yapacaktı.
Yıllar geçti. Bu insanlık ayıbının hatırlanması kimsenin işine gelmiyordu. Herkes işbirliği içinde olayı tarihe gömmek istiyordu. Öyle ya, zaten ölenler Yahudilerdi, kıymeti olmayan insanlar....
Ama gömemediler.
Önce 1990 yılında Umut Sanat adlı bir kuruluş facianın belgesini yapmaya kalktı. Ama bir sonuç çıkmadı. Peşinden faciada büyükanne ve büyükbabasını kaybeden bir İngiliz, Greg Buxton, 2000 yılında batığın yerini aramak istedi. Türk makamları buna izin vermediler. Daha sonra arama iznini almaya muvaffak olan Sualtı Araştırmaları Derneği, Teknik Dalış Takımından (TDT) aldığı destekle üç yıllık bir çalışmanın ardından batığı bulmayı başardı. Gemi, İstanbul Boğazı'nın 6 mil kuzeyinde, 70-80 metre derinliğinde bulundu. Olay basında geniş yer buldu. Hatıralar tazelendi.
24 Şubat 2012 de İstanbul'da bir anma töreni yapıldı. Geminin battığı yılda 15 yaşında olan İsak Alaton'un söylediklerine kulak verelim :
"Babam Hayim Alaton yardım komitesindeydi. 2 ay boyunca o insanların hayatta kalması için elimizden geleni yaptık. Gemiye ilaç ve yiyecek taşıyanların arasında ben de vardım. Bilerek yaptılar. Ankara emir verdi. 769 Yahudi öldü. Bilinçli bir cinayetti. Türkiye'nin artık özür dilemesinin vakti geldi."
Aynı yıl Hüseyin Kakınç “Struma” isimli 232 syfalık kitabını yayınladı. Kitapta facia bütün çıplaklığı ile anlatılmaktadr. Fakat hadisenin özellikle geniş insan kitleleri tarafından öğrenilmesini sağlayan Zülfü Livaneli'nin "Serenad" adlı romanıdır.
Davit Stoiler ise yaşama tutunabildi. O zaman Yahudi Cemaati başkanlarından Simon Brod'un özel çabaları ile bir müddet Türkiye'de alıkonduktan sonra Suriye üzerinden İsrail'e gönderildi. Orada İngiliz Ordusu’na katıldı. Daha sonra Amerika’ya, Oregon’a gitti. Bir ayakkabı fabrikası kurdu ve zengin oldu. İsak Alaton’un çabaları ile 2001 yılında Şile’ye gelerek kendisini kurtaranlardan İsmail Aslan ile buluştu. 2014 Mayıs ayında 91 yaşında iken vefat etti.
Medea Salamoviç ise düşük yaptı. İyileştikten sonra İngiltere’ye gidebilmeye muvaffak oldu.
Ve 24 Şubat 2015. TC. devleti Struma'yı anmak için bir tören düzenler. Kimse özür filan dilemez ama olanlar anlatılır. Dualar edilir, denize çelenkler atılır, yani sizin anlayacağınız hikâye....
Strumanın anısı İsrail'de Ashod kentinde bir heykelle ölümsüzleştirilmiştir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,
Pek çoğunuzun bu kadar detaylı değilse de Struma'nın acı hikayesinin bildiğinizi tahmin ediyorum.
Ancak bunun gibi Türk kara sularına utançlık abidesi şeklinde gömülen yalnız Struma değildir. Başkaları da var.
Aaron Baruh (Ankaralı)
Bu yazıyı hazırlarken aşağıdakilerden faydalanmış bulunuyorum..
· taraf.com.tr – ayse-hur
· Şalom gazetesi arşivleri
· Ömer Faruk Reca-forumgercek.com